Not Defteri -55-

14 Şubat 2011 Pazartesi - Mutki

Dünya Öykü Günü


• Günün tamamını öyküye ayırdım. Özellikle en beğendiğim öykü kitaplarından bir olan Sait Faik’in Son Kuşlar’ını okudum. Haritada Bir Nokta’ya yeniden uğramak öykünün tadını daha derinden hissettirdi bana. Son Kuşlar’ın yanında bazı kitaplardan da bölüm okumaları yaptım: Oğuz Atay Korkuyu Beklerken, Tomris Uyar Yürekte Bukağı ve Metal Yorgunluğu, Ferit Edgü Doğu Öyküleri ve Do Sesi, Tezer Özlü Eski Bahçe~Eski Sevgi, Sevim Burak Yanık Saraylar, Ayfer Tunç Taş-Kâğıt-Makas, Selim İleri Dostlukların Son Günü ve Cumartesi Yalnızlığı ve Yekta Kopan Aşk Mutfağında Yalnızlık Tarifleri.
Uzun zamandır kendimi öykünün kollarına bırakmıyordum. Öykünün verdiği tadı neredeyse unutmak üzereymişim. Son Kuşlar’ı okuduktan sonra adeta elimdeki öykü kitaplarına saldırdım.

• Kitaplığımdaki kitapların çoğunluğunu edebiyat kitapları oluşturur. Bu kitapların da çoğu deneme ve şiir kitaplarıdır. Her gün elimde mutlaka bir şiir, bir de deneme kitabı olur ve bir süreklilik içinde deneme ve şiir okumayı tercih ederim. Arada roman ve öyküye de ağırlık veririm ama kurmaca edebiyatı çok yoğun şekilde okumam. Ama bugün -uzun zaman sonra öyküye yeniden yoğunlaşınca- artık elimde sürekli bir öykü kitabının da olması gerektiğine karar verdim.

• Yinelemekte fayda var mı: Kandinsky’nin, Miro’nun, Ömer Uluç’un resimlerini hiçbir şeye değişmem.

• Bazen kendimi bir bukalemun gibi hissediyorum. Birilerini çok seviyorum. Derin bir aşk yaşıyorum o kişilere karşı ve her sevdiğim kişiye benzemeye başlıyorum. Tıpkı cildinin rengini değiştirip kendini güvende hissetmeye başlayan bukalemun gibi. Ama sevdiğim insanların hiçbiri bana benzemeye çalışmıyor. Onlar da benim onlara benzememi isteyip, beni buna zorluyorlar.

Yaşar Kemal söylemiş: “İki büyük şairi var Türkiye’nin; biri Nâzım Hikmet, diğeri Aşık Veysel’dir

• En kısa zamanda Yaşar Kemal’in Binbir Çiçekli Bahçe isimli kitabını okumalıyım.

• Bazı insanların her konuda her şeyin en iyisini bildiğini düşünmelerini ve insanlara her konuda telkinde bulunma ihtiyacı hissetmelerini anlamakta güçlük çekiyorum. Neden karşılarındaki insanın fikirlerini küçük görerek her şeyin doğrusunu biliyormuş gibi ahkâm kesmeye kalkar ki bazı insanlar? Niçin her fikre saygı duyup sadece kendilerine fikir danışıldığı zaman konuşmayı tercih etmezler ki?

Hulki Aktunç’tan mini bir alıntı:

Durup durup şarkılar mırıldanan bir kızın
Aklından geçivermem değilse nedir ki şiir

Rodin’in Öpüşme heykeli…

• Yıllar önce pembe bir kâğıdın üzerine O’nun telefon numarasını yazmışım. Bugün fark ettim ki o pembe kâğıdı uzun zamandır okuduğum kitaplara ayraç olarak kullanıyormuşum. Üzerinde sadece telefon numarası -isim bile yazmıyor- yazan pembe kâğıt… İşte o telefon numarası da uzun zamandır benim hayatımın ayracı… Hayat koşuşturmacasının, rutininin arasına çok kısacık da olsa o telefon numarasını yerleştiriyorum. Bir süreliğine hayatımı kapatıp masanın üzerine bırakıyorum ve o anı sadece O’na ayırıyorum. Hayatımı hiç farkına varmadığım bir şekilde O’na göre parçalara ayırıyorum ve kendimi O’nun sıcaklığına bırakmış olmanın mutluluğunu yaşıyorum.

• İsterdim-Türk Edebiyatı Üzerine Bir Ukte Denemesi başlıklı yazımı yayınlama zamanı geldi.

• Enis Batur üzerine bir portre denemesi…

Ataol Behramoğlu’nun Yangın Yeri şiirinden:

Yaşamak bu yangın yerinde
Her gün yeniden ölerek

Zalimin elinde tutsak
Cahile kurban olarak

Savunmak gerçeği, çoğu kez
Yalnızlığını bilerek

Korkağı, döneği, suskunu
Görüp de öfkeyle dolarak

Toplanıyor ölü arkadaşlar
Her biri bir yerden gelerek

Kiminin boynunda ilmeği
Kimi kanını silerek

Kucaklıyor beni Metin Altıok
“Aldırma” diyor gülerek

“Yaşamak görevdir bu yangın yerinde
Yaşamak insan kalarak”

Zülfü Livaneli’nin sesinden Yangın Yeri

Tuna BAŞAR                                                                                                                          

Yorum Gönder

0 Yorumlar