5
Eylül 2016 Pazartesi
Bir süredir klasikleri ve modern başyapıtlar
olarak nitelenen kitapları peş peşe okumak istiyordum. Özellikle mutlaka okumam
gereken kitaplar olarak belirlediğim kitapları olabildiğince hızlı bir şekilde
okuyup yazı serüvenimi bu kitapların ışığında yönlendirmek amacındayım. Bu tarz
kitaplardan birini seçmek için kitaplığımın raflarında dolaşırken elim hemen Gabriel Garcia Márquez’in Yüzyıllık Yalnızlık kitabına gitti. Birkaç
defa okumaya niyetlendiğim, belli bir bölümünü okuyup yarım bıraktığım
kitaplardan biriydi bu kitap. Özellikle yabancı yazarların kitaplarını okurken,
kitapta çok fazla karakter adı geçiyorsa o kitabı okumakta zorlanıyorum. Yüzyıllık
Yalnızlık’ta geçen isimlerin birbirine çok benzemesi ve karakterlerin birden
fazla kişiden çocuk sahibi olması nedeniyle ilk okuma denememde bu karakter
isimlerini karıştırmış ve sürekli geri dönüşler yapmak zorunda kalmış olduğum
için kitabı okumaya devam edememiştim. Ki yazar da böyle bir durumla okurların
karşılaşacağını düşündüğü için sanırım kitabın hemen başına bir soyağacı da
yerleştirmiş.
Yüzyıllık Yalnızlık, büyülü gerçekçilik
akımının en önemli kitabı. Ki birçok eleştirmen tarafından edebiyat tarihinin
en önemli başyapıtlarından biri olarak gösteriliyor.
Bu sefer kitabın karakter yoğunluğuna
çok fazla takılmadan ve olabildiğince sakin bir ortamda kitabı okumaya başladım
ve kitap beni fazlasıyla etkisi altına aldı. Macondo isimli bir kasabada yaşayan
Buendia ailesinin hayatına odaklanıyor kitap. Özellikle José Arcadio Buendia’nın
etrafında şekillenen olaylar okuru fazlasıyla etkiliyor. Márquez “kitabımda gerçekliğe dayanmayan tek cümle
bulamasınız” diyor ama anlatılan olaylar gerçeğin büyülü bir hali olarak
okur karşısına çıkıyor. Kitap küçük bir kasabada geçen olaylar etrafında
şekilleniyor ama anlatılanlar tüm insanlık tarihinden izler taşıyor.
0 Yorumlar