Okuma Günlüğü -25-


5 Eylül 2016 Pazartesi

Bir süredir klasikleri ve modern başyapıtlar olarak nitelenen kitapları peş peşe okumak istiyordum. Özellikle mutlaka okumam gereken kitaplar olarak belirlediğim kitapları olabildiğince hızlı bir şekilde okuyup yazı serüvenimi bu kitapların ışığında yönlendirmek amacındayım. Bu tarz kitaplardan birini seçmek için kitaplığımın raflarında dolaşırken elim hemen Gabriel Garcia Márquez’in Yüzyıllık Yalnızlık kitabına gitti. Birkaç defa okumaya niyetlendiğim, belli bir bölümünü okuyup yarım bıraktığım kitaplardan biriydi bu kitap. Özellikle yabancı yazarların kitaplarını okurken, kitapta çok fazla karakter adı geçiyorsa o kitabı okumakta zorlanıyorum. Yüzyıllık Yalnızlık’ta geçen isimlerin birbirine çok benzemesi ve karakterlerin birden fazla kişiden çocuk sahibi olması nedeniyle ilk okuma denememde bu karakter isimlerini karıştırmış ve sürekli geri dönüşler yapmak zorunda kalmış olduğum için kitabı okumaya devam edememiştim. Ki yazar da böyle bir durumla okurların karşılaşacağını düşündüğü için sanırım kitabın hemen başına bir soyağacı da yerleştirmiş.


Yüzyıllık Yalnızlık, büyülü gerçekçilik akımının en önemli kitabı. Ki birçok eleştirmen tarafından edebiyat tarihinin en önemli başyapıtlarından biri olarak gösteriliyor.
Bu sefer kitabın karakter yoğunluğuna çok fazla takılmadan ve olabildiğince sakin bir ortamda kitabı okumaya başladım ve kitap beni fazlasıyla etkisi altına aldı. Macondo isimli bir kasabada yaşayan Buendia ailesinin hayatına odaklanıyor kitap. Özellikle José Arcadio Buendia’nın etrafında şekillenen olaylar okuru fazlasıyla etkiliyor. Márquez “kitabımda gerçekliğe dayanmayan tek cümle bulamasınız” diyor ama anlatılan olaylar gerçeğin büyülü bir hali olarak okur karşısına çıkıyor. Kitap küçük bir kasabada geçen olaylar etrafında şekilleniyor ama anlatılanlar tüm insanlık tarihinden izler taşıyor.

Tuna BAŞAR

Yorum Gönder

0 Yorumlar