• ABD’nin, AB’nin nazını, kaprislerini
çektiğimiz yetmiyormuş gibi Ermenistan’dan sonra kardeş ülke dediğimiz
Azerbaycan da bize kapris yapmaya başlamış. Biz Türkiye Cumhuriyeti olarak her
attığımız adım için birilerine hesap vermek zorunda mıyız?
•
Füssli’nin
“Karabasan” tablosu
• Ne zaman ülkedeki haksızlıklara,
yanlışlıklara odaklansam, bu haksızlıklara, yanlışlıklara çözüm önerileri
getirmeye çalışsam çok kısa bir süre sonra ümitsizlik çörekleniyor zihnime. Her
seferinde tekrarlanıyor bu. Bu tür durumlarda ne kadar yazmak istesem de
yazamıyorum.
Bugün de aynı durumdayım. Okuyorum ama
yaşadığım derin üzüntünün etkisiyle istediğim şekilde yazamıyorum. Siyasiler
her zamanki gibi saçma sapan işlerle uğraşıyor; Ergenekon adı altında birçok
aydınımız gözaltına alınıyor; Obama bizi küçük düşürecek açıklamalar yapıyor;
ülkenin içinde şeriat üniversitesi kuruluyor; cemaatler her geçen gün daha da
güçleniyor ve gençlere burs veren tek kişinin Fethullah Gülen olması için
Türkan Saylan gibi eğitime büyük katkılar yapan kişiler halkın gözünde
değersizleştirilmeye çalışılıyor. Ve daha bir sürü şey çileden çıkarıyor beni.
Bunlara dur diyebilmek, -en azından- yazmak için, kendimi zorlamalıyım. Belki
bu sayede gördüğüm yanlışları başkalarına da gösterebilirim. Ya da başkaları
benim göremediklerimi bana gösterir.
• Woody
Allen
• The
God Jr’den:
“hayat
dediğin ölüm üstüne büyük bir alıştırma!”
• Bazı kitapların kendi dillerinden
farklı bir dile çevrilince daha değerli olduğunu siz de düşünür müsünüz? Ben Orhan Pamuk’un çok iyi bir yazar
olduğunu biliyorum. Türk Edebiyatı’nın çok çok üstünde fikirlere sahip olduğunu
ve bu fikirleri uzun süreli emeğiyle birleştirince çok kaliteli romanlar ortaya
koyduğunu, yazdığı kitapların her birini özenle okuduktan sonra fark ettim.
Fakat Orhan Pamuk kitaplarının çevirilerinin Türkçe’deki etkinin çok ötesinde
bir etki yarattığını düşünüyorum. O nedenle Orhan Pamuk’u İngilizce, Fransızca,
Almanca’dan da okumak istiyorum.
Bunun yanında bir Ece Ayhan’ın, bir Bilge
Karasu’nun, bir Cemal Süreya’nın
hiçbir şekilde çevrilemeyeceğini, çevrilse bile asla Türkçe’deki kadar büyük
bir etkiye sahip olamayacağını da çok iyi biliyorum. Ece Ayhan’ın, Bilge
Karasu’nun, Cemal Süreya’nın çevrilmesini de istemiyorum. Onların sadece
Türkçe’ye ait olarak kalmalarından, bir Türk okur olarak, çok memnunum.
• Ingeborg
Bachmann’ın “Malina”sı
• 22.04.09 tarihinde başladığım
güncelere, daha doğru bir ifadeyle geceleri yazdığım ve geceden geçen güne
baktığım güncelere “Gece” başlığını uygun gördüm. Günlüklerime devam ederken,
şimdi bir de Gecelere özgü yazdığım günlüklerim olacak. O nedenle bu başlığı
seçtim. Hem Bilge Karasu ustaya da
selam göndermiş olurum, hem de hayatımda büyük öneme sahip geceler daha da
değer kazanır. Aynı zamanda her ayın sonunda yayınladığım günlüklerime de devam
edeceğim. Ay sonunda yayınlananlar bir seçki gibi her ayın en özel günlerini
içerirken, “Gece”de her yazılan olduğu gibi yayınlanacak.
• Okuma
Defteri
Sandık
Lekesi – Sema Kaygusuz
Son günlerde çok fazla Sema Kaygusuz’dan bahsediyor edebiyat
dünyası. Özellikle Notos Öykü’nün geleceğin ustaları soruşturmasında ilk sırayı
alması, Liberation’un kitap ekine kapak olması ve son olarak da Cenevre Kitap
fuarının açılış konuşmasını yapması nedeniyle bütün dikkatler Sema Kaygusuz’a
yöneltilmiş durumda.
Ben de uzun zamandır Sema Kaygusuz
kitaplarını okumak istiyordum. Önceliği öykü kitabına (Sandık Lekesi) verdim, fakat Yere
Düşen Dualar adlı romanı da en kısa zamanda okunmak üzere bekliyor. Tabii
bu arada yıllardır biriktirdiğim dergilerden ve kitap gazetelerinden Sema
Kaygusuz hakkında yazılanları, röportajları çıkardım. Yere Düşen Dualar’ı da
okuduktan sonra daha geniş kapsamlı bir Sema Kaygusuz yazısı yazmaya
çalışacağım.
Sandık
Lekesi,
Sema Kaygusuz’un ilk kitabı. 2000
yılında Can Yayınları’ndan çıkan kitapta 13 öykü yer alıyor. Son dönemde
okuduğum öykü kitapları içinde gerek diliyle, gerek üslubuyla, gerekse de
değindiği insan motifleriyle ilgi çeken öykülerden oluşuyor kitap. Özellikle
kitabın ilk sekiz öyküsü üçüncü kişi tarafından anlatılıyor ve sıradan insanların
hayatlarına odaklanıyor olmasından dolayı kendi içinde taşıdığı bütünlük
nedeniyle okunma isteğini arttırıyor. Fakat kitabın içine neden konduğunu
anlamadığım birkaç öykü (Yülerzik, Aşkâr ve Selametle Kalın Hanımefendi) okura verdiği tadı biraz olsun mayhoşlaştırıyor.
Son iki öyküyle (Küllük ve Kışlangıç) yeniden kendi sesini yaratan
kitap bence okunmaya değer. Hatta bazı öyküler şimdiden başucu öykülerim olmayı
hak ettiler (Ortadan Yarısından, Elif’in E’si, Kadın Sesleri, Sarı, Küllük, Kışlangıç)
Kitabın en büyük eksiği öykülerin her
birinin ayrı özelliklere sahip olup, bütünlüğü sağlayamamış olması. Sanki her
öykü dergiler için yazılıp, sonradan (ya da dergilerdeki haliyle)
kitaplaştırılmış izlenimi veriyor. Niçin dergilerde yayınlanan öyküler, şiirler
kitaplaştırılır? Bazı eserler kitaplara girmemeli bence. Sadece dergilerde
kalması için de yazılmalı bazı yazılar, şiirler, öyküler.
Kitaplaştırılacak olanlar özellikle
kitap için yazılmalı. Her biri kendi içinde ayrı olmanın özelliğini korurken,
aynı zamanda da her birini bütün yapan bir bağ da olmalı.
Şimdi sırada Yere Düşen Dualar var. Onu
da okuduktan sonra Sema Kaygusuz’un diğer kitaplarını ve dergilerde yer alan
öykülerini, röportajlarını okuyacağım. En kısa zamanda Sema Kaygusuz üzerine
detaylı bir yazı da yazmayı planlıyorum.
•
Okuduklarım
-
Sema Kaygusuz
“Sandık Lekesi”
- küçük
İskender “The God Jr”
- Vatan ve Hürriyet gazeteleri
- Radikal Gazetesi Kitap Eki
- Cumhuriyet Gazetesi Kitap Eki Sayı:
1001
•
İzlediklerim
- Star TV Ana Haber Bülteni
0 Yorumlar