Salı
Hayatımda çok büyük öneme sahip olan ve
yapmaktan büyük keyif aldığım şeyler bile zorunluluk haline gelirse
yapamıyorum.
En kolay yaptığım işler, en az emek
harcadığım şeyler bile zorunluluk haline gelirse imkânsızlaşıyor. Bunu son
zamanlarda daha sık yaşar oldum. Yazı yazmayı bile kendim için zorunluluk
olarak düşündüğümde yazamıyorum. Günlüğüme bile bir-iki satır ekleyemiyorum. O
nedenle hayatımdaki hiçbir şeyi zorunluluk haline getirmemem gerekiyor. Her şey
benim tercihlerim sayesinde şekillenmeli. Zorunluluk olarak değil, bir seçim
olarak görülmeli.
Bu gece yazarken, hayatımda ilk defa,
bir hayvan eşlik ediyor bana. Beta cinsi, gece mavisi renginde bir balık… Daha
önce hiç balığım olmamıştı. Babam balıkçı olduğu için midir bilmiyorum ama hiç
balıklara karşı ilgim olmamıştı. Ama bugün G sayesinde bu balığı almak istedim.
Daha doğrusu G’nin bana hediyesi oldu bu balık. Sanırım duruşundan dolayı ve
son günlerde Cem Akaş’ın elimden
düşmeyen kitabı nedeniyle bu balığa Zibaldone
ismini vermek istedim. Bende nasıl bir çağrışım yaptı bilmiyorum, fakat Cem
Akaş’ın bir nevi Leopardi’ye, Mayr’a ve Boccaccio’ya saygı duruşu nedeniyle kullandığı kitap ismi benim de
zihnimde farklı bir yer etmiş olmalı. Ama G bu ismi beğenmedi ve renginin de
etkisiyle ve tabii ki son zamanlarda bende bir takıntı haline geldiği için
“Gece” ismini verdim. Gece’yi yazarken bana eşlik edip, ilham kaynağım olacağı için
de bu ismi çok uygun buldum.
Güney Kore yapımı “Hırçın Sevgilim” adlı filmi izledim bugün. İki garip insanın ilginç
tesadüflerle bir araya gelmesi ve tesadüfler yüzünden, ayrı düştüklerinde, bir
araya gelememeleri ve yine bir tesadüfün onları yan yana getirmesi…
Dünyanın en şanssız erkeğiyle, dünyanın
en hırçın kızı yan yana gelirse ve bu iki insanın da bambaşka bir yaşam tarzı
varsa neler olur? Bu film bunu anlatıyor ve insanları tesadüfler konusunda
düşünmeye sevk ediyor.
Tuna
BAŞAR
0 Yorumlar