Cuma
Günlükler konusunda bazı eleştiriler
geliyor. Özellikle de yazan kişinin hayatını ortaya döktüğüne yönelik gelen
eleştirilere anlam veremiyorum. Bir sürü büyük yazarın günlükleri yayınlanmıştır.
Dostoyevski’den Kafka’ya, Virginia Woolf’tan
Sylvia Plath’a, Salâh Birsel’den Tomris Uyar’a,
Cemal Süreya’dan Enis Batur’a, Andre Gide’dan Cesare Pavese’ye,
Nurullah Ataç’tan Oğuz Atay’a kadar birçok büyük yazarın
günlükleri kitap halinde basılmıştır. Günlüğün de bir edebi tür olduğunu
unutmamız gerekiyor bence. Elbette bir yazarın günlüğü sadece kişisel
yaşamından oluşmayacaktır. Yazdığı kitaplar, zihninden geçen düşünceler, başka
yazarlar/şairler hakkındaki fikirleri, diğer sanat dallarıyla olan ilişkileri
üzerinden de şekillenecektir. Bu nedenle her biri birer deneme özelliği de
taşıyan günlükler okur üzerinde büyük etki bırakacaktır. Üstelik sadece yazarın
kişisel yaşamını ortaya döken günlükler de bence büyük önem taşımaktadır. Bir
yazarın sadece yazdıkları değil yaşadıkları da okurlarını ilgilendirir diye
düşünüyorum.
Ben ilk defa günlük türüyle Süreyya Berfe sayesinde tanıştım.
Yanlış hatırlamıyorsam 2005 yılında kitap-lık
dergisinde İskele Akşamlığı başlığıyla
günlüklerini yayınlıyordu. Daha sonra Varlık’ta
Gültekin Emre’nin Şiir Günlüğü ilgimi çekmişti. Hâlâ da
Şiir Günlüğü’nü büyük bir keyifle okurum. Naim
Dilmener’in Müzikal Günce’si de
her ay takip ettiğim günlüklerden biridir.
Ama beni günlük türüne en çok çeken
başta Enis Batur, Cemal Süreya ve Salâh Birsel’in günlükleri olmuştur. Bu saydığım yazarların
günlüklerini okuduktan sonra ben de yazdığım günlükler içinden seçtiklerimi
yayınlamaya başladım. Yayınladığım günlüklerin çoğu da kültür-sanat üzerine,
özellikle de edebiyat üzerine düşüncelerimden oluşmaktadır.
Günlük türünü yakından takip eden
okurların yayınlanan günlüklere yaklaşımı daha olumlu olacağını düşünüyorum.
5eylül’14gecesi
edirne
Tuna
BAŞAR
0 Yorumlar