Hayat denilen oyun alanında, her birimiz
ayrı bir oyuncakla zaman geçirmeye çalışıyoruz. Her birimiz ayrı bir yerde,
farklı kişilerin oyun alanlarına temas ederek, kurallarını bizim
belirlemediğimiz ve bu kurallara müdahale edemediğimiz, ne zaman, nerde oyun
alanına gireceğimiz isteğimiz dışında olan ve oyun alanından ne zaman
çıkacağımızı bilmediğimiz bir şekilde oyalanıp duruyoruz. Beni en çok
ilgilendiren; bu oyun alanında, yapmamız gerekenleri yaptıktan sonra çıkmak...
Ama Cemal
Süreya'nın da dediği gibi Her Ölüm
Erken Ölümdür. Birçok insan ölmeden önce bu oyunu tamamlamayı başaramıyor.
Yarım bırakmak zorunda kalıyor. Ama bazıları o kadar erken çıkıyorlar ki bu
oyun alanından, insan oyun alanlarının amacını sorgulamaya başlıyor.
Bunu geçen sene efsane başkan 'Ahmet Piriştina' kalbine yenik
düştüğünde düşünmüştüm. Kendisine verilen oyun alanının dışına çıkıp, bütün
İzmir insanının oyun alanına müdahale ederek, kendi oyun alanında yapması
gerekenleri boşlayarak (ki ölüm nedeni budur) çok önemli işler yapmıştı ve daha
yapacağı çok şey vardı. Ama elinde olmayan nedenlerden dolayı, oyun alanını
erken terk etmek zorunda kalmıştı. Geçen sene, bu ayda yaşadığım o büyük
üzüntünün üstünden bir yıl geçmesine rağmen, hâlâ o acı olayı sorguluyorum.
Daha çok erkendi...
Ve o acı olaydan bir yıl sonra, bir
değerli kişi daha bu oyun alanını erken terk etmek zorunda kaldı. Karadeniz
müziğine getirdiği özgün yorumla, Karadeniz müziğini Türkiye'ye tanıtan ve
sevdiren, Karadeniz'in asi çocuğu Kazım
Koyuncu... Daha 33 yaşındaydı. Bir kaç kendini bilmez ve çıkarcı yönetici
yüzünden ve tabii kapitalist güçlerin dünyayı oyun alanı olmaktan çıkardığı, o
korkunç Çernobil faciası yüzünden, Türkiye bir değerini daha kaybetti.
Şöyle bir bakınca bu tip üzücü olayların
hep haziran ayında olması da düşündürücü. Demek ki Hasan Hüseyin Korkmazgil 'Haziranda
Ölmek Zor' diye boşu boşuna dememiş.
Bu ay bizden hep değerli insanları
alıyor: Nâzım Hikmet, Orhan Kemal, Ahmed Arif, Ahmet Piriştina,
Kazım Koyuncu...
Ve maalesef biz, ölenleri çok çabuk
unutuyoruz. Daha önceki yazılarımda da en çok şikâyet ettiğim şey buydu: Değer
yargılarımıza değer vermemek. Bu değerli insanların ölüm yıldönümlerini kimse
hatırlamadı veya hatırlamak istemedi. İnsanlar ölünce üzülmek mi daha önemli,
yoksa o insanları öldükten sonra da, yaşatmaya çalışmak mı? Herkes ölene üzülür
de, niçin bir kaç gün sonra unutmayı tercih eder?
Şiir
Hasan
Hüseyin Korkmazgil'in
Haziran'da Ölmek Zor isimli şiirinden
bir bölümü sizlerle paylaşmak istiyorum.
...
yıllar var ki ter içinde
taşıdım ben bu yükü
bıraktım acının alkışlarına
3 haziran '63'ü
bir kırmızı gül dalı
şimdi uzakta
bir kırmızı gül dalı
iğilmiş üzerine
yatıyor oralarda
bir eski gömütlükte
yatıyor usta
bir kırmızı gül dalı
iğilmiş üzerine
okşar yanan alnını
bir kırmızı gül dalı
nâzım ustanın
gece leylâk
ve tomurcuk kokuyor
bir basın işçisiyim
elim yüzüm üstümbaşım gazete
geçsem de gölgesinden tankların
tomsonların
şuramda bir çalıkuşu ötüyor
uy anam anam
haziranda ölmek zor!
Tuna
Başar
/
yirmisekizhaziranikibinbeş yirmiikkırkdokuz
0 Yorumlar