“Türkiye’nin marjinal şairi” olarak nitelenen küçük İskender “Lucifer’in Bisikleti” isimli metinler kitabında okuyucuyu farklı zamanlara, farklı olaylara, farklı kişilere götürüyor.
Makedonya kralı Büyük İskender’in
ölümünden sonra, amcası tarafından, tahtın birinci varisi olması nedeniyle,
vahşice öldürülen küçük İskender’in bir faşizme kurban edildiğini düşündüğü
için küçük İskender ismini kullandığını belirtiyor.
Makedonya’da malikânelerinin bahçesinde
annesiyle birlikte öldürülen küçük İskender’in ruhu, tanrıdan uzağa giden
Lucifer’in çağrısına kayıtsız kalamıyor ve tanrıyla şeytanın tekerleklerini
oluşturduğu Lucifer’in Bisikleti’nde kendine ayrılan yere oturarak, zamanda
yolculuğa başlıyor ve bu yolculuğa okuru da dâhil ediyor.
Huysuzlanan arzın sakinleştirilmesiyle
başlayan yolculukta küçük İskender bizi oradan oraya sürüklüyor. Neler yok ki
bu yolculukta; Duygu Asena’nın
cenaze töreninden, Bülent Ersoy’un
kadınlar matinesine… Elinde pardösüyle yağmurlu bir havada boğazda yürüyüşe
çıkan Orhan Veli’den, bir futbol
maçının cinsel çağrışımlarına… Kenan
Evren’e yazılan sitem dolu mektuptan, seri katil Charles Manson’ın mahkeme salonunda verdiği savunmaya… Can Yücel’in Shakespeare çevirilerine kattığı kendine has üsluptan, bir rock grubu
için isim önerilerine…
Her metinde küçük İskender’in marjinal
bakış açısını görmek mümkün. Duygu Asena’nın
cenaze töreninden yola çıkarak Melih
Cevdet Anday’ı ve Edip Cansever’i
hatırlatırken, seksenler civarında Bülent
Ersoy’un kadınlar matinesinde daha yeni yeni tomurcuklanan göğüslerini
kadınlara göstermesini şu şekilde yorumluyor; “…bir aidiyet karmaşası taşısa da ‘ben de size benziyorum, alın aranıza,
ben de Nişantaşı çocuğum’ gibi bir durumdan çok, iyi niyete dayanan bir
saflığın, bir mutluluğun, üstelik faşist darbenin ortasında bir ‘kişisel
beraat’ın da işaretiydi…” Bülent Ersoy’un halk tarafından normal olarak
algılanmamasını da bir sürü psikolojisine bağlıyor: “Sanır mısınız ki sürü her zaman masum ve suçsuzdur!”
Cenk
Koyuncu
ile Rodos’un hüzünlü yaşamlarına
kısa bir bakış atmamıza sebep olurken, ikilinin ölümünden sonra onları şu
şekilde tanımlıyordu; “…belki yalnızca
siz ikiniz şiirdiniz, biz geride kalanlar hikâye.” Evet, şiir gibi
yaşamışlardı ve şiir gibi aramızdan ayrılmışlardı. Cenk’in şu dizeleri de bunu
açıklamaya yetmiyor mu ki zaten: “ölüme
tek ödevim kaldı/ona çalışıyorum!” Bir vasiyeti yerine getirir gibi değil
de büyük bir içtenlikle Cenk’i ve Rodos’u bize anlatırken, “polis babanın intiharı, annesinin ölümü,
uzun saçları ve sakalları arasına sakladığı tek kulağıyla Ortadoğu’da başka bir
Van Gogh” olan Cenk’le, “biraz daha
kalsam, biraz daha mı can verecektim?” diyen Rodos’un “birlikte Nevizade’de eğlendikleri bir gecenin sabahında Rodos’un mide
bulantısı ile başlayan kalp krizi belki de parasızlık nedeniyle yetişemedikleri
hastanenin koridorlarında tümöre dönüşüp öyle nüfuz etti Cenk’e. Gitgide bir
epidemiye benzeyen duyarsızlık saltanatı onların da kellesini istedi. Uzattılar
başlarını karı koca.”
Bir futbol maçındaki cinsel çağrışımları
kaleme alırken şu saptamaları yapmadan edemiyor; “…sanki futbolcuların çoğunun eşcinsel eğilimi varmış gibi de gelir bana.
İşte bacaklarını tıraşlıyorlar, o kadar kişinin gözünün önündeler, birlikte
soyunuyorlar, birlikte duş alıyorlar, birlikte dışarı çıkıyorlar, birlikte
eğleniyorlar, birlikte kaçamak yapıyorlar… Bu yakınlaşma, örtüşme ister istemez
bir cinsel birleşmeyi, bir seks birlikteliğini getirmese bile erkek ilişkisinin
yoğunlaşmasını sağlıyor. Birer gay fetişi olma durumları da söz konusu.”
Her biri kısa bir metin olmanın ötesine
geçemeyen metinler arasındaki yolculukta küçük İskender bize çok şey
düşündürürken birçok kişiyi de anarak saygı duruşunda bulunuyor. Kimler yok ki
bu saygı duruşunda, Rimbaud’dan Verlaine’ye, Ece Ayhan’dan Can Yücel’e,
Almodavar’dan Kubrick’e, Arkadaş Z. Özger’e
kadar birçok kişi zihnimize konuk oluyor.
Bu yolculuk sırasında küçük İskender
Lucifer’in Bisikleti’nin selesinden slogan-aforizma atmayı da ihmal etmiyor:
“Gerçek,
yalanın profilidir.”
“Her
yolcu yoldayken ip üzerindeki cambazdır aslında.”
“Günah,
yeryüzünün nöbet noktalarındaki ani elektrik değişiminin kısa tanımıdır.”
“Şehvet,
tanrılaşma yolunda atılan ilk adımdır.”
“Siz
yaralarınızla övünürken vücudunuz onları kapatmaya çalışır.”
“Yalnızlık
müsveddesiyim.”
“…düzyazı,
şiir, resim, müzik, her ne ise, soyut bir ifrazattır eninde sonunda.”
“Kelimeler
imsomnia hastasıdır.”
“Kimi
intihar mektubu, intihar mektebidir de bir bakıma.”
“Şeytan,
tanrının mastar halidir.”
“İnsanın
doğasının körpeye yönelirken hala inatla evrimini tamamladığı iddiası. Yalan.
Hayvanız daima.”
“Tanrılar
kurban ister. Ancak Ortadoğu’da tanrılar halktır.”
“Her
sevgili biter: Bıraktığı bir hatıradan çok lekedir kimilerine. Kir de değil.
Sebebi belirsiz bir leke.
Her
seven de biter: Biriktir(t)diği bir sitemden çok kasvettir gidenlere.”
Bütün metinleri okuduktan sonra hayata
bakış açınızın farklılaştığını hissetmemeniz imkânsız. Sırf bu nedenle bile
okunmaya değer bir kitap “Lucifer’in Bisikleti”. Bunun yanında küçük
İskender’in marjinal bakış açısını görebilmek ve şiirlerindeki farklılığın
sebeplerini anlamak için de okunması gerektiğini düşündüğüm bir kitap.
Lucifer’in
Bisikleti
küçük
İskender
184
sf
Sel
Yayıncılık Temmuz 2007
Tuna
Başar
/
yirmiyedieylülikibinyedi sıfırbirkırkdokuz
2 Yorumlar
Şiirlerini severek okuduğum bir isim, bu yazıyı okuduktan sonra kitaplığıma mutlaka ekleyeceğim bir kita: Lucifer`in Bisikleti. Teşekkürler.
YanıtlaSilGayet ilgiç güzel bir makele..
YanıtlaSilTebrikler
c.d